İsmail Hakkı İzmirli
1869 - 1946
Yeni ilm-i kelâm hareketinin temsilcisi âlim İsmail Hakkı yahut bilinen adıyla İzmirli İsmail Hakkı 1869 yılında İzmir’de dünyaya geldi. İlköğrenimden sonra babasının amcası Âmâ Hâfız’ın yanında hıfzını tamamladı. Bir yandan medrese dersleri alırken öte yandan rüşdiyeyi bitirdi ve Ağustos 1891’de Namazgâh İbtidâî Mektebi’ne muallim tayin edildi. Aynı yıl İzmir Dârülmuallimîni’nde fahrî hocalığa başladı, bu arada İzmir İdâdîsi’nde imamlık ve hocalık yaptı. 13 Ocak 1890’da İstanbul’a gitti ve Dârülmuallimîn-i Âliye’nin ilk talebeleri arasına girdi ve 1892’de Edebiyat Şubesi’nden mezun oldu. Medrese tahsiline İstanbul’da da devam eden İsmail Hakkı, Fâtih dersiâmlarından Hâfız Ahmed Şâkir Efendi’den icâzet aldı. Dârülmuallimîn-i Âliye’deki hocaları arasında en çok etkilendiği Ahmed Âsım Efendi ile irtibatını devam ettirdi ve mezun olduktan sonra ondan Fuśûśü’l-Hikem’i okudu. Ahmed Âsım ve Ahmed Şâkir efendiler onun ilmî şahsiyeti üzerinde derin etkiler bırakmıştır. İsmail Hakkı ayrıca Hüseyin el-Ezherî’den Şâzeliyye tarikatı icâzetnâmesi almıştır.
İstanbul’un çeşitli mekteplerinde muallim, müderris ve müdür olarak görev yapan İsmail Hakkı, Maarif Nâzırlığı’nın Encümen-i Teftiş ve Muâyene heyetinde de çalıştı (1896). Bu arada Maarif Nâzırı Zühdü Paşa tarafından çocuklarının özel hocalığına getirildi. Mülkiye Mektebi’nde Arapça, akāid-i İslâmiyye ve usûl-i fıkıh dersleri verdi. Daha sonra Dârülmuallimîn-i Âliye’de tarih muallimi oldu (1907-1908) ve Dârüşşafaka müdürlüğünde bulundu. Ardından Dârülmuallimîn-i Âliye müdürlüğü yaptı (1908-1909). Bu arada eğitim sisteminde ıslah programları çerçevesinde kurulan Cem‘iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye içinde yer aldı. 1909 yılında Kadıköy’e taşındı ve bundan sonraki hayatını Ankara’da geçen kısa bir dönem hariç burada sürdürdü.
İsmail Hakkı, eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’un muhtelif okullarında çalıştı. Bu okullarda; muallim, müderris olarak görev yaptığı gibi bazılarında müdürlük de yaptı. Eğitim Bakanlığı, yani o zamanki adıyla Maarif Nazırlığının bünyesinde olan Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyetinde bulundu (1896). Bakanlığa bağlı bir büro olan bu kurum; telif, tercüme vs. bastırılmak istenen eserleri inceler, bastırılmasında sakınca bulunmayanların bastırılması için izin verirdi.
Maarif Nazırı olan Zühdü Paşa, ayrıca, İsmail Hakkı Beyi, çocuklarına özel ders vermek üzere hoca olarak da tayin etti. Mülkiye mektebinde fıkıh, İslam akaidi ve Arapça derslerini verdi. Daha önce talebe olarak girdiği Darü’l-Muallimin-i Aliye’ye tarih öğretmeni olarak atandı. Bunların dışında önce Darüşşafaka ve bilahare Darü’l-Muallimin-i Aliye’de müdürlük yaptı. Eğitim programlarını ıslah etmek gayesiyle kurulan Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye içinde yer alarak çalışmalarına katıldı.
İsmail Hakkı, öğretmen okulunda hocalık yaptığı sırada, verdiği dersler ve yazdığı eserleriyle dikkatleri üzerine çekti. İlmi konulardaki ehliyetini ispatlamasına paralel olarak daha önemli görevlere getirildi ve kendisinden istifade edildi. 1914 yılında kurulan ve medreselerin ıslahını amaçlayan Darü’l-Hilafeti’l-Aliye müfettişliğine getirildi. Bir yıl sonra da Süleymaniye Medresesinin Kelam kürsüsünde İslam felsefe tarihi müderrisliğine tayin edildi. 1923 yılına kadar burada hocalık vazifesini sürdürdü.
İzmirli, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. Meşrutiyetin ikinci kez ilan edilmesinden sonra, yeni durumun üstünlüklerini halka anlatmak maksadıyla yurt gezisine çıktı. Kayseri ve Konya’ya giderek Meşrutiyetin meziyetlerini halka anlatmaya çalıştı. Şehzadebaşı’nda bulunan ve medrese talebelerine yönelik konferansları organize eden İlmiye Külübü’ne katıldı. Ayrıca, aralarında Bediüzzaman’ın da bulunduğu Yeşilay Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı.
İzmirli’nin getirildiği önemli görevlerden bir tanesi de Darü’l-Hikmet-i İslamiye üyeliği ve başkan vekilliğidir. Sayıları 3 bin cildi bulan kitapları için, kendi adına izafeten Süleymaniye Kütüphanesinde bir oda tahsis edildi. Darü’l-Hikmet-i İslamiye’de bulunduğu süre zarfında ilmi müzakerelere katıldığı gibi, önemli yazılar da yazdı.
İsmail Hakkı İzmirli, Ankara’da Umur-ı Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti’ne bağlı olarak kurulan Tedkikat ve Te’lifat-ı İslamiyye Heyetinde üye olarak çalıştı. Bir ara buranın başkanvekili ve başkanlığında da bulundu. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler kapatıldı. Bunların yerine Darülfünun’ların yeniden yapılandırılmasına gidilince Ankara’dan İstanbul’a geçti. İstanbul’da İlahiyat ve Edebiyat Fakültelerinde hocalık yaptığı 1931 yılında İlahiyat Fakültesi reisliğine atandı.
İzmirli, 1934 yılında yaş haddinden emekliliği geldiği halde, görevi Bakanlar Kurulu kararı ile bir yıl daha uzatıldı ve Ekim 1935 tarihinde emekli oldu. Emekliliğe ayrıldıktan sonra da ilmi faaliyetlerini sürdürdü. 31 Ocak 1946 tarihinde ziyaret için gittiği Ankara’da vefat etti. Cenazesi Cebeci Mezarlığına defnedildi.
Muhtelif okullarda hocalık ve idarecilik yapan İzmirli, ilmi faaliyetlerin yanı sıra çeşitli cemiyetler ve komisyonlarda bulunarak değişik hizmetlerde bulundu. Maarif Nezareti tarafından; Abdullah Cevdet’in tercüme ettiği “Tarih-i İslamiyyet” adlı kitap hakkında rapor hazırlamak için kurulan komisyonda yer aldı. Bunun dışında Tedkik-i Kütüb, Ulum-u Diniye ve Arabiye ve Ahlakiye komisyonlarında bulundu ve Cem’iyyet-i Sufiyye’de yer aldı. Cumhuriyet döneminde de görev almayı sürdürdü. Türk Tarih Kurumu yedek üyeliği ve Paris’teki Milletlerarası İlimler Akademisi Türk gurubu üyeliğinde bulundu.
Darü’l-Hikmet-i İslamiye’de bulunması vesilesiyle ismi Risale-i Nur’da zikredilmekte ve burada yapılan ilmi müzakerelere işaret edilmektedir (Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 109). Eşref Edip o dönemle ilgili hatıralarını anlatırken, Bediüzzaman ile, “…Akif'ler, Naim'ler, Ferit'ler, İzmirli'lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk.,” dedikten sonra Bediüzzaman ile ilgili müşahedelerini aktarmaktadır. “Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmî meselelerden konuşur, onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulâde fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe. En mu'dil meselelerde, zekâsının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur'ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem'alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabî kadar imanla dolu. Ruhunda Ömer'in şehameti var. Yirminci asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü'min…” (Tarihçe-i Hayat, s. 541).
İzmirli, Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet döneminde farklı yol takip ettiği eleştirisine muhatap oldu. Daha önceden yazılarının yer aldığı “Ceride-i İlmiye” ve “İslam Devletinin Esası” adlı makalesinde ileri sürdüğü fikirlerle, daha sonra izlediği tutumun birbirine tezat teşkil ettiği ve adeta birbirini tekzip ettiği ileri sürülmektedir (Sadık Albayrak; Son Devrin İslam Akademisi Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye, İz Y., İstanbul 1998, s. 187).
Cumhuriyetin ilk yıllarında, namazda sure ve duaların Türkçe okunması tartışmaları gündemde bulunurken İzmirli’nin de görüşüne başvuruldu. Arapça’yı telaffuz etmede güçlük çekenlerin namazda ayetlerin Türkçe çevirisini okuyabileceklerine fıkhi cevaz bulunduğunu ifade eden rapor hazırladı.